Cumartesi, Haziran 23, 2007

Davul



Fenerbahçeliydi. Her hafta beni olaya değil maça yazsınlar diye dua ederdi. Bazen Fenerbahçe maçlarında görev sırası ona gelirdi. Her zaman çıkan ek görevlerle yıllardır hiç olmayan hafta sonlarının en güzeli o günler olurdu.

Hele bu sene Fenerbahçe yıllar sonra şampiyonluğa gidiyordu ki keşke her hafta Fenerbahçe maç görevi çıksaydı. Yine o hafta Fenerbahçe maçına görev yazmışlardı. Sabahtan göreve başlamak için stadın önüne gitti. Daha stada girişte taraftar yoğunluğu başlamamıştı. Kapıda maça erken gelen birkaç taraftara üst araması yapan arkadaşlarıyla selâmlaştı. Toplandılar. Emrine girdiği Emniyet Amirinin komutuyla yürümeye başladılar. Merdivenlerden çıkarken damarlarındaki kanın sıcaklığını hissetti. Birazdan Şükrü Saracoğlu’ nun çimlerini görecekti.

O kadar çok görev çıkıyordu ki görev olmasa Fenerbahçe’sini seyredemeyeceğini biliyordu. Birden yanındaki arkadaşına döndü. “Lisedeyken biz Fenerbahçe maçına girmek için sabahlardık” dedi.

Arkadaşı gülerek “ Kafayı mı yediniz oğlum? Tatil günü maça mı gidilir? Hani bana milyar verseler tatil günü maça gitmezdim. Bugünde gitmem ya... Görev yazıyorlar. Geliyoruz işte...”

Başına önüne eğdi sustu. Biliyordu ki bir çok arkadaşı hafta sonu tatillerini engellediği için, o günlerde aileleriyle birlikte olamadıkları maç görevlerinden nefret ediyorlardı. Maraton tribününde amirinin kendisine gösterdiği yere oturdu. Görevleri gereği kavga, taşkınlık yapan taraftarı engellemek olduğundan etraflarında oturanları tribünlerde Fenerbahçelileri seyrediyorlardı.

Maç başladı. Fenerbahçe salkım saçak dökülüyordu. Yenilen arka arkaya gollerle şampiyonluk hayal olmaya başlamıştı. Zaten ezeli rakipleri Galatasaray ile aralarında puan farkı vardı. Şimdi bu fark açılacak ezeli rakipleri bir kez daha şampiyon olacaktı. Bunu düşününce iyice canı sıkıldı. Maç üç sıfır olmuştu. Fenerbahçe mağluptu.

Yanında ki arkadaşı “Fener’ i darmadağın ettiler be. Tarihi fark olur bu maç...” dedi.

Aklına işyerinde ki Galatasaray’ lı arkadaşları geldi. Ne yapacağını bilemedi. Koyuyordu. Üç sıfır mağlup olan takıma sinirlenmeli miydi? Yoksa bu sonucu alan futbolculara ağız dolusu küfür mü etmeliydi? Cep telefonu Fenerbahçe Marşıyla çağrı geldiğini haber veriyordu ve sürekli çalıyordu. Önünde davul çalan bir delikanlı telefonda çalan marş dolayısıyla onların olduğu yere baktı. Arayan numara Galatasaraylı bir arkadaşıydı. Açmadı. Açılmayan telefonun çalması kesildi. Sonra mesaj geldi uyarıları gelmeye başladı. Kızgınlıkla telefonunu kapadı.

İlk yarı bittiğinde sigarasından derin bir nefes çekerek olduğu yere çöktü. Birazdan taraftar arasında yenilgiyi sindiremeyenler veya kendisi gibi sinirlenenler arasında yok yere tartışmalar başlayacaktı. Belki kavgaya dönecekti. Aklından geçen düşünceler bir anda tribünlerde olmaması gereken bir durumla kesildi. Bütün taraftar ayağa kalkmış ve “Bizler İnandık, Sizde İnanın...” diye bağırmaya takımı tribünlere çağırmaya başlamışlardı. Üç sıfırlık bir ilk yarı sonunda taraftarın kendilerini ıslıklayacağını düşünen futbolcular tam bir şaşkınlık içerisindeydiler.



İkinci yarı başlamak üzereyken aynı tezahürat devam ediyordu. Fenerbahçe taraftarının Fenerbahçe sevdası Fenerbahçeli Futbolcuların üstünde ete kemiğe bürünmüştü. Fenerbahçe’nin golleri arka arkaya geliyordu. Bir, iki, üç... Stadyum da ki herkes şimdi daha çok inanıyordu. Fenerbahçe taraftarının Fenerbahçe sevdası bu maçı alacaktı. Üstelik Fenerbahçe’nin daha önce de bu şekilde maçlarının olması bu inanışı körüklüyordu. Neden bir daha olmasındı?
Birden görevini, ne için orada bulunduğunu unuttu. Artık gösterilen yerde oturmuyordu. Yerinde duramıyordu. O yüreğindeki Fenerbahçe sevdası her Fenerbahçeli gibi onu da sarıp sarmalamış stadyum da bulunan binlerle oluşan o tek ruha, o tek duyguya sahada oynayan Fenerbahçe’ye dönüştürmüştü. Her şeyi unutmuş ayakta bazen nefes almayı bile unutarak gözlerini sahadan ayıramıyordu.

Rapaic’i ceza sahasına girerken gördü. Bütün Fenerbahçelilerin dilediği gibi içinde binlerce dilek dolandı durdu. Tuttu nefesini bekledi bekledi ve “GOOOOOOOL!...”
İçinde biriktirdiği duygu seli patlayıverdi. İlk önce yanındakilere sarıldı. Kucaklaştıkları onu, o kucaklaştıklarını öptü. Sonra birden yerinden fırlayıp tribün demirlerinin önünde duran çocuğun elindeki davulu kapıverdi. Çocuk daha ne olduğunu anlayamadan o başladı çalmaya...

Öylesine kendinden geçmişti. Galibiyetin sevinciyle, inancın zaferiyle, Fenerbahçe olmanın gururuyla vuruyordu davula... Aslında bir haykırıştı bu... Fenerbahçe’ydi bu be... Bütün camialardan farklıydılar.
O kadar farklıydılar ki üç sene sonra gelen şampiyonlukta “ Herkes Rütbesini Bilecek” demek yerine, aldıkları tüm yıldızları bir kalemde “Şehit Analarına Tüm Yıldızlar Feda Olsun ” diye silebilecek kadar... Farklıydılar.

Hiç yorum yok: